WalHalla! Bulutların arkasında gizlenmiştir. Yer yüzeyi ile teması yoktur. Uçan atların eşliğinde ancak soyut bedeniniz ile gidebilirsiniz. Oraya gitmek için beni bindirdikleri emanet atın adı ‘Horz’ imiş. Bu ne incelik!
Atı gördüm. Atın yüzünde kırmızıyı gördüm. (Bu kırmızı değildi… Nar rengi idi. Korkutmayan ama uyaran bir renkti.) Atın gözleri! Beni almak için yanıma geldi. Yer yüzeyine adımları ile temas etmekten kaçındı. (Metal nalları olmayan bir at. Kafanda mantık duvarları arasında kalma. Okuduğun çağdaki atları düşünme. Boşuna anlatmış olurum yoksa.) Beni üzerine bindirdiklerinde kendi bedenimin aşağıda kaldığını gördüm. Korktum! Emaneti bedene geri teslim etmeyeceklerse bunun adı ölümdü. Bile bile ölüme gidilir mi? (Sana bunları anlatmak için neleri göz aldığımı düşün ve takdir et!) (Turuncu güneşi yaladım. Yörüngesinden çıkmadım. Anımsattıklarını aldım. Görgüleri unutturdular.)
Ata binmeden önce bindirenlere baktım. Onlar Walküre&German çiftiydi. Gerçek bir işaretliyi almaya ancak biri inermiş. (İlk zamanlarında alınmış çok sayıdaki WalKüre nedeniyle, WalHalla içi, dişi savaşçı doluymuş. Sonradan gelen German’ları yukarıya alan WalKüre’ler olmuş.) Ben gerçek bir işaretli değilmişim. Onlardan umduğum olumlu yanıtı alamadım. Ağlamayan bu iki ölü (diri) savaşçının atları üzerinden inmeden bana nasıl baktıklarını, ata binmeyi uzaktan nasıl öğretmeye kalktıklarını görmemenizi isterim.
Sarsıldım. Uykudaki bedenin içinden beni çektiler. Atın üzerine binmek üzere kaldırdılar. Aşağıya yaklaştıkça siyah, WalHalla’ha yaklaştıkça/çıktıkça beyaz ve nihayet kutsanmış mekana girince şeffaf (görünmez) bir bedeni varmış. Horz sahibi ile aynı savaşta öldürülen atlardan biriymiş. O biri özel biriymiş! Eğer bir savaşçının atı kendisi ile birlikte ölmezse ona en yakınında öldürülen atı hibe ederlermiş. Ama bu atlar Walhalla’hın atları değil! Anla! Başka bir yerden gelen binekler bunlar. Aslı olmayan binekler bunlar. Atlar sizin anlamanız için betimlemeye alınan dünya bineklerinden biri. Bunlar ne bir ata ne de bir kurda benzemez. Bir kurdun ya da bir atın bu bineklere erişmesi beklenmez. Onlar bilinmedik bir yerde sahiplerinin WalHalla’ha alınacağı günü (savaşı) beklermiş. WalHalla’ha ilk alınışta sahiplerini yüzeye yaklaşarak alırlarmış. Bineklerin en mutlu oldukları gün o günmüş. Anla! (Anlaman istenen bir çelişki değil! Hiçbir karınca insan taşıyamaz. Eğer bir German ya da bir WalKüre, dünya atlarından birine binmeye kalksaydı!... Bu atlar ezilirdi! Şimdi biraz anladığını zannederek okunmaya devam ediyorum…)
İçAktarım
Horz Tasviri:
Başı; gözlerindeki kızıllığın yükseldikçe maviye kayması, göz bebeklerini çevreleyen beyazlığın yükseldikçe şeffaflaşması, burnunun bildiğimiz bir kurdun burnunu andırması, kulakların kurda ait olmuş hissini vermesi, çenesinin geviş getirmekten muaf tutulmasına inat kaslı yapısı, başı vücuda bağlayan boynun hayal edildiğinden daha kısa olması.
Gövdesi; işi boşalmış karnı, tüm vücudunu örtecek kadar gür olduğu zannına kapılacağınız kuyruğu, uzun tutulmuş dört ayağını kalın baldırla gövdeye tutturan kas yapısı.
Dört; ikisi önde ikisi arkada, ikisi ikisine ikiz, toynaklarında metal rengi kalın tırnak benzeri tabanlığı bulunan, havada süzülmelerini sağlayan dizler ve yukarıya çıkmalarını sağlayan toynaklar.
Zannedildiği gibi görünen kanatları olmaz bu bineklerin.
Kanatları, sahipleri bile görememiştir.
Ona ilk bindiğim an… Hiç beklemedi, hemen yükselmeye başladı. Ayakları birbiri ardına hareket ediyordu. Arkamızda bizi kollayan iki savaşçı ile hedefe yönelmiştik.
Ulaştığım yerde, şaşkın yüzümü, meraklı bakışlarımı karşılayan, dans edici Walküre’ler oldu. German’lar daha basit hareketlerle şahsımın önünde eğildiler. Buna onların dilinde selamlama deniliyormuş. Hiçbirinin sesli ifade içeren bir anlatımda bulunduklarını göremedim. Tam bir suskunluk haliydi. Soyut ortamda somut gelişme bekleyen, aklım! Yeterince akıl sahibi değilmişim. Anladım.
Karşılama faslı bitince sunulmasını beklediğim bal şerbeti aklıma getirilmişti. Hangi WalKüre bana bu tatlıyı içirecekti? Şerbetin tadını merak ettim. Bana yasaklandığını öğrendim. Onu ancak ölümü tadan içebilirmiş. (Ab-ı Hayat!) Soyut ortamda somut bedenine göbek bağı olan için bu istek olumsuz karşılandı.
İç bahçelerde dolandım. Burada yetişen bitkilerin meyvesi yoktu. (Çiçekler tohuma kaçmıyor.) Soyut mekanda bitkilerin verdiği ile beslenmek olmazdı. Bitkiye bakmak sizi rahatlatıyor. Uykuya ihtiyacı olmayanların mekanı. İç bahçelerde dilediğim gibi gezinmeme izin vermediler. Sahibi oldukları yerin gizli oluşuna nazar ettiler. Gizlenen yerin bilinmek istenmeyişine sebep olan neydi? Cevap: Güzelliklere kin tutan kötü Şamballa! Yeterince temizlenmemiş bir insanın ölmeden buraya alınması halinde tehlike vukuu bulabilirdi. Oluşan vaka, kötülerin sizin zihniniz üzerinden bu güzellikleri görmeleri ve kendi çirkin mekanlarını unutup sizin güzelliklerinize göz dikmeleri. O güzellikleri ele geçirip kullanmak değil, amaçları: Yok etmek. Güzel olmayınca kendi çirkinlikleri onlara güzel gelecek. Burası yükseltilmiş bir yer. Uçmadan ulaşamazsınız. Uçabilen kötü taraf yaklaştırılmıyordu. Kapılarda bekleşenlerin koruma amacı buydu. (Dengeler. İyi ve Kötü. Kötü yine iyi. Daha kötü beter eder, kötüyü. Kontrol ederler uçanları. Kötüyü savuştururlar kolayca. Daha kötüyü sindir. Sert ol. Soyut kapından geçirme. Seni kendilerine benzetme hevesi. Aman dikkat. So/luk/ğuk/yut kokusu çirkinleşmesin. Bahçeleri kurutmak isteyenin bahçesi kurur. Bildikleri halde akibeti kabul ettiler. Cennete saldıranlar var. Kin tutmayanların korumasında kapılar. İçeri girmeleri, oynak. Eğerli. Eşikteki binekler değerli.)
İşaretliler! Onların gıdası gözlerinden giriyordu. Ağızlarını beslenme/konuşma hevesiyle açılmazdı. Konuşmak için dillerine ihtiyaçları yoktu. Dişileri, erkek savaşçılara üstün tutulmuştu. WalHalla onlarındı. Erkekler onların emrine amade olurlar. Walhalla’hın sahibi sayılan Hedronik, her WalKüre’yi kendi adıyla çağırır. Dişi savaşçıların, savaş alanında ortak hareket eden görev eşi German’ları vardır.
İç bahçelerde dolanan işaretliler, huzur içinde olurlar. WalHalla içi, inayet yeri! İç bahçelerin her biri sahiplidir. Bahçe içinde yeşilin tonlarındaki bitkiler(ağaçlar), kendilerine bakıldığında rahatlatıcı bir etki bırakır.
Bırakılsa içeride yıllarca kalabilirdim. Size geçmişi, geçmişin izlerini, anımsadığınız hüzünlü yaşantınızı unutturan bir ortam sunmakta. Hayalimdeki gibi. Soyut. Elimle tutamadığım bir yer. Bunların olmadığını kim iddia edebilir. Yaşanabilir bütün evrenleri dolanarak bu konuda olumsuz-kesin delilleri kim sunabilir? (Mahşere atlara ile gelenler sunabilir! Yazan gördükleri ile övünürse yandı! Göremedikleri? Toplanma gününde yaya kalanlar. Birleşip bineklerinde kalanlar. Geri döndürülmedikleri hedefleri. Kirletilmeyen terletilmez. Nice evrenleri dolanırlar da bildiklerinden şaşmazlar. Onlar! Mahşere atlarını sürerler. Hesap günü zemine yapışanlar endişe içinde. Zeminin altına girebilenler, aynayı aşabilenler, binekleri üzerinde. Evrenler ne ki! Arınmışın gözüne bak.)
İçeride dönen dolapların fazlasından mahrum bırakıldım. Hedronik’le görüştürmediler. Merkeze alınmayı düşünmekten men edildim. Dış yüzeyin hemen altındaki güzel bahçelerin ufak bir bölümünde, dilime bir parmak bal çalan WalKüre eşliğinde dolaştırıldım. Ab-ı Hayat dediklerinin, dünya üzerinde bir yerlerde gizli kaynağında akmakta olduğunu anlattılar. Hedronik bu kaynağın ilk sahibiymiş. WalHalla’ha alınan işaretlilerin aynı kaynaktan alınmış su ile yapılmış bal şerbetini, ölümsüzlüklerini sağlamak için içtiklerini bildim. Kaynağın yerini sormayı düşündüğümde gülümsediler.
(Ballı şerbetin yapımı. Önce malzemeleri. İnsan kanı dokunmamış göl. Gölün dibinde tatlı su kaynağı. Suyun kaynağı yüceltilmiş dağlar. Dağların karları. Karın kaynağı yükseltilmiş bulutlar. Bulutun kaynağı uzak kuzeyin rüzgarları. (Hani benim kırgınlığımı alan rüzgar var ya! O da buradan gelmiş.) Suya katılacak bal. Tutulacağı petek. Tutunacağı dal. Dalın yaprakları. Ağacın kökleri. Çiçekleri özel. Ne bal ne de gerisi, hiçbiri dünyadan değil. Suyu aşağıdan alanlar, balı yukarıda tutarlar. Ab-ı Hayat suyunu yavan içenler, kuru bir ölümsüzlük kazanır. Oysa ballandırılmış su ile hayat bulanlar bambaşkadır. Daha ötesi, sütlü bal şerbeti. Anla. An‘la. Su, Bal, Şeker, Süt. Dördü olmadan WalHalla gezgini olunmaz. Şeker, suda erir. Şeker dişidir. Su erkektir. Şeker balda gizlenir. Tatlanır. Süt, tadı yumuşatır. Sen halim ol. Zalim olma. Sağ salim ulaş, gönülleri kazan.)
Aklım karıştı. İçeride dolandıkça unutkanlığım arttı. Aktarılmasını istemedikleri düşüncelerimi hemen sildiler. Bineklerin ait oldukları dış kapılarda heybet görüntüsünde beklediklerini gördüm. Çok özel bir (iç) kapısının dünyaya doğrudan açıldığını öğrendim. Buradan toplu iniş yapabilirlermiş. Çok seyrek kullanılırmış. Kendi geleceklerinde, tüm işaretlilerin katılacakları büyük savaşa içkapıdan geçerek ulaşacaklarmış. İçeride bir yerde bize açılanın, karakapı olduğunu anladım. Fazla tutmadılar. Kibar bakışları, beni girdiğim kapıda bekleyen Horz’a yönlendirdi. Yeniden atın üzerine alındım. Arkama bakamadan aşağıya atıldım. Hep orada kalmayı istediğimi bildiler. Attılar. En kibar hali; kapı dışarı edildim. Bu ayrıcalığın tadını çıkarmam gerektiği hatırlatıldı. Benden başka kimseye nasip olmayan bir anı‘nın/an‘ın sahibi olduğum için minnet duymam gerektiği anlaşıldı. (Daha kimlere nasip edildi bu nimet! Nimeti inkar eden çıkmadı. )
Uykumdan uyandığım. Size aktarabildiğim (ve başkasına anlatamayacağım) özel görüntüleri düşündüm. Yaşadığım (yaşatılan denilirse daha makbul) yolculuk kendi iç yolculuğum değil! Sanmayın ki tüneller içinden geçip en yukarıya ulaştım. Yukarıya doğru yönelip kestirme bir yoldan başka bir aşağıya indirildim. Orada görünen WalHalla’ha getirildim. İçerisinde kısa süreli konuk edildim. Horz isimli güzel atı bir daha hiç göremedim. WalKüre’nin dişlerini, gülümserken! German’ın anlamlı bakışlarını, kapı dışarı edilirken! Gördüm.
Eğer bir gün oraya girme şansını yakalarsanız, ısrarla Hedronik’le görüşmeyi isteyin. Size hayır diyemeyecekler. Bunu istemeyip yüzeyin hemen altındaki yeşil mekanlara girişim hata oldu. Şeffaf binekleri görmem zaten mümkün değildi. (Horz bana tahsis edildiğinden, o gün sadece bana görünecek şekilde şeffaflığa bürünmüştü.) Daha içeriye girip, iç odalarda dolanamadan bana verilen ziyaret süresini tamamlamıştım. Aman! Siz bu hatayı yapmayın! En içe yönelin. WalHalla’htan unutulmayacak bilgi ile dönmeye bakın. Bahçelere aldanmayın. Onlar WalHalla’hın süsüymüş meğer. Gerçeği örten perdede gezindim ya… Bunun adı nedir? Biraz daha aklım olsaydı ya… (Akıl, yüzeyde gezindi. Kalbinin sesiyle konuştun şimdi.)
O şansı yakalamak sizin elinizde. Umudunuzu hiç yitirmeyin. Bir gün uykunuzda yukarılara tırmanabilir, sonra yolunuzu şaşırıp WalHalla’ha girebilirsiniz. Yeterince temizlenmişseniz sizi kapıdan geri çevirmeyecekler. Hatta evinizin içine kadar gelmesi takdir edilen, başucunuzda sabırla sizi almayı bekleyen, özel bir binek(!) tahsis edilecek. Bunları yaşarsanız korkuya kapılmayın. Heyecanlanmayın. İçini düşünün. Tertemiz bir içte gizlenmiş bilgiyi alın. Benim gibi boşa gidenlerden olmayın. (Yemeği yaptım. Baktım. Tadını alamadım. Sonraki nesiller yediler. Nimetin içinde gezindiler. Bana avuntu kaldı. İsmen anıldım. Okundum. Okuduğumu yazdım. En sonunda yazıldım. Yol açıldı. Hayal tarlasında hasat zamanı.)