Pages

20120704

2.2 Yaşamadan Bilemezsin, Zorlamadan Varamazsın

WalHalla’ha ilk varanları kimse bilmiyor. Oraya her giren, öncesinde orada hazır bulunanlara o sırrı soramıyor. Orada geçmiş yok. Kendilerinden kalanı, akmayı bilmeyen zamana bırakıyorlar. Kanatları olmadığı halde kanatlı olduklarını sanıyorlar. Bindiklerini at sanmaları gibi… Oysa binek atları onları taşıyacak güçte yaratılmamışlardı. At olarak görünen o bineklerin bir hayvan olmadığını bilmiyorlardı. “Biliyorlardı” diyorlar. Ama bilmezden geliyorlarmış. Onlar için önemli olan binek değilmiş. Bindiklerinin götürdüğü yermiş. Savaş meydanları! Ama her savaş meydanında olmalarına izin yokmuş. Mutlak başlangıç ve Mutlak sonun buluştuğu noktada bulunan bir “MutlaKitap”tan okurmuş, WalHalla’hın başındaki o gizli kişi. Onun adını bilen yokmuş. German/Walküre ikilisine önderlik eder, komut verir ama asla WalHalla dışında görünmezmiş. WalHalla’hın merkezinde yaşarmış. Üstelik kendisi binek kullanmayan tek fert! (Bineği olduğu halde kullanmayan tek fert!) Kim olduğunu öğrenmeye çalıştım. Ama soyut dünyada (yabancı yolcu sayılan) benimle bunu paylaşamadılar. Çünkü her anlattıkları önceden yazılı bulunan o kitaptan okunurmuş. Ve kimse WalHalla ötesinde bulunan aksi yöndeki yere gönderilmek istemezmiş. Gidenlerin dünyadaki görevleri bitermiş. Gittiklerinde geride bıraktıkları ile beraber olamamanın acısı ile yaşarlarmış. (Daha mutlu olduklarına inanıyorum, yanıltıcı bilgi veriyorlar.) WalHalla’hı içeriden yöneten sır kişinin seçtikleri, daha önce hiç görmedikleri bir binekle yola çıkarlarmış. Onları yola çıkarken sadece sır kişi uğurlarmış. Masal gibiymiş yolculuk. Sır kişinin adını sordum… German/Walküre topluluğu sessizliğini korudu. Onun adını söylemekten korkan işaretliler arasında, işaretsiz bir hayal kahramanı kıvamında bulunmaktan korkmayışıma, şaşarlardı. Oysa ben, sadece bir “ben”dim. Orada bulunuyor oluşum bir rastlantı olmalıydı. Üstelik anlattıklarımın, kendi iç dünyamda yeşeren saçma bir ütopya olduğu savı ile rahatlıyordum. Unutulacak/okunmayacak kadar uzak gelecekte yaşayanların, yaşadıklarımı/yazdıklarımı, benzer şekilde yaşadıkları halde benzer kelimelerle yazamayacaklarını umuyordum.
WalHalla’hın yüzeyinde, girişe izin verilmiş kapılardan ilk geçişimi de hatırladım. Yanımda gülümsemeyen bir German vardı. İşaretlendiği çağdaki savaş kıyafeti hala üzerindeydi. Her savaşçının aldığı yara ona işaret oluyordu. Amacını unutmadan can verenin yarasındaki işaretten tanıyan Walküre, savaşçıyı, German sıfatı ile WalHalla’ha alıyordu. Aynı işi, bir German, bize yabancı gelen Amazon dünyasında, savaşlara katılmış olanlar arasında, can veren işaretli dişi savaşçılar için yaparmış. Kafa karıştırıcı. Neden bütün savaşçılar değil de sadece işaretli olanları WalHalla’ha alırlar ki! Bir kapıdan geçmeden WalHalla’ha giremiyorsunuz ve kapıdan ancak soyut olarak girebiliyorsunuz. Bedenler de yukarıya alınıyordu. Ya da alınır gibi yapılıyordu. (Somut bir beden, içindeki kanı neden WalHalla’ha taşısın?) 
WalHalla’hı ilk kuranın kim olduğunu anlamıştım. Orası; hayal dünyamda oluşan düşünce koridoru içinden geçerek konuk olduğum, uzak kuzeyde, havada asılı, ancak işaretlilere görünen bir yerdi. Orası yeşildi. Rengi henüz olgunluğa erişmeden can verenlere izafe edilip Limon yeşili kılınmıştı. Gri kapıları vardı. İlk sahibinin adını öğrenmek için merkeze inmeliymişim. Kapı ve koridor duvarlarındaki çizimleri hafızama almadan hızla merkeze süzüldüm. Merak edişim, düşünce hızıyla hayal kırıklığımı birleştirmişti. Merkezde bir boşluk vardı. Orada görünmeyen bir kapı olduğunu bildirdiler. Kapıdan sadece o sır dolu kişinin seçtiği işaretlilerin seçilmişleri gidebiliyordu. Bir daha dönmemek üzere bilinmeyen yere gönderilirdi. O yüzden buraya alınan bir German/Walküre geride bıraktıkları ile vedalaşmasına izin verilmeden giderdi. Kendisini göremeyeceğimi söylediler. Adını vermektense onu tanımlayacak bir isim bulmamı benden istediler. Düşündüm. Cevabı zor bir isim olmalıydı. WalHalla’hın tek sahibi ve sadece işaretlilere görünüyor. Ölümü tadan ama asla ölmemek üzere uyanan bir uyurgezer miydim? Tanımlamakta zorlanıyorum. Anlamsız! “Hedronik” adını verdim. Ne derse desin. Adını gizleyenin razı olması gerekir anlam taşıyan ifadeye.
Binekleri nerede beslediklerini düşündüğünüzü düşündüm. Bir German ya da bir WalKüre binekleri ile birlikte yaşamazmış. Bineklerin de soyut olduklarını hatırlatarak devam edelim… Noktalama işaretlerine de dikkat edelim. Okumaktan sıkıldınız mı? Anlamsız mı? Gereksiz bilgi mi? Hayal ürünü mü? Sınanmaktan korkmayın! Zamanınız yoksa dinlendirin gözlerinizi, kulaklarınızı. O gözler ve o kulaklar bir gün sizinle konuşacaklar. Unuttunuz mu? Tarafsız olmaya çalışıyorum. Kendi inandıklarımı burada bulursanız beni ateşe atarsınız. Ateşi ateşe atarsanız ne olur? Körüklersiniz. Ama burada ateşin rengi Mavi!
Binekler… Unutturamadınız. Bineklerin kafaları normal at kafası gibi değilmiş. Bana bunlardan birini göstermelerini ister gibi oldum. Her birinin sadece sahibi tarafından çağrılabileceği, onun isteği olmadan başkasına görünmeyeceği, beslenmek için gözlerini açmalarının yeterli olduğunu söylediler. Bineklerin sahipleri ile bizim bilmediğimiz bir yolu kullanarak konuştuklarını anlattılar. İnanmadım tabi. Neden mi? Siz inanmadığınız için? Tarafsızım ya… Bana kalsa buradan hemen uzaklaşır, daha üst uzaylara dadanırdım. (Güzel bir cevap oldu bu bana da. Sıkılmadığımı bil.)